Şebüsteri:
Molla Sadranın Kuranı anlaşılmaz eden teorisi
Daha önceki
yazılarımda söyledim ki, sadece yaykın ve ünlü kelam teorileri değil, müslüman
ariflerin vahiyle bağlı beyanları da Kuranı herkesin anlayabileceği asanlık
durumundan uzaklaştırmıştır. “Herkesin anlayabileceği” konunu önceki
yazılarımda anlatmış olsam da, bu konu üzerine bir daha dönmek isterim. Ancak
tekrar söylemeliyim ki, burada filozofların ve ariflerin görüşlerini
değerlendirmek fikrinde değilim. Bu makalelerin başka görevi var. Bu
makalelerin görevi sadece kelami, felsefi ve irfani teorileri bu açıdan
değerlendirmektir ki, bu teorilerin kabul edilmesi ile Kuranın herkes için ussal
bakımdan anlaşılır olması mümkündür mü? Benim bildiğim kadarıyla İslam
tarihinde, ilk kez olarak bu hakta sorular sorup, düşünceler ileri süren bu
makalelerin yazarı olmuştur. Bu güne kadar vahiy olarak Kuranın kelami, felsefi
ve irfani niteliği beyan edilmiştir. Bu, metafizik bir konu olmuştur. Ben
şimdilik bu konu üzerine değinmeden bu soruyu sormak isterim: Kuran nasıl
anlaşılabilir? Bu ise metafiziksel bir konu değil, bizim tecrübi dünyamızla
ilintilidir. “Muhammedi vahiyin hakikatı nedir?” sorusunun cevapı “iman”
gizleridir söylemiştim. Ancak “Kuranı nasıl anlamak olur?” sorusu ussal bir
sorudur. Söz konusu vahyin sırrını anlamak değil. Kuranı nasıl anlamak
mümkündür sorusuna cevap bulmaktır. Bu soru etrafında düşünmek, özellikle
seçkinler için zevkli olmalıdır. Önümüzdeki açıklamalarımda çoğu fakihlerin
tersine olarak neden bu konu üzerinde israrla durduğumu anlatacağım. Bu soruya cevap
doğrultusunda son on yılda bütün çalışmalarımı “Kuranın hermenotiği” üzerine
odaklandırmışım. Çağımızda Tanrı kelamının felsefi beyanı son şekli ile Molla
Sadra´nın eserlerinde görülmektedir. Molla Sadra kendi eserlerinde bu konu
üzerine açıklamalar getirmiştir. Dini merkezlerde öğretim görevlileri de genelde
Molla Sadranın görüşlerinden yararlanmaktadırlar. Bu hakta Molla Sadra kendi görüşlerini
değişik şekilde ortaya koymuştur. Bence Molla Sadranın bu hakta fars dilinde mevcut
olan eserleri arapça olanlardan daha önemlidir. Burada ben Molla Sadranın
teorisini bir bütün olarak incelemişim. Esasen de farsça eserlerinden
yararlanarak tenkidimi yazmaya çalışmışım. Bu tenkidi yazımda Molla Sadranın
Kuranı “herkes için anlaşılır” olma durumundan nasıl da uzaklaştırdığını izah
edeceğim. Molla Sadranın açıklamaları Kuranı daha kolay anlamak yerine, anlama
işlerini daha da çetinleştirmiş, hatta imkansız hale getirmiştir.
Molla Sadraya
göre, Peygamberin insani özellikleri, bilkileri, iradesi ve irfanı Kuran
metninin şekillenmesinde etkili olmamıştır. Kuran metni sözler, cümleler ve mana
olarak bir yerde Peygambere gönderilmiş ve ya bir melek getirmiştir. Peygamber
de bu metni olduğu gibi başkalarına iletmiştir. Bu metnin ortaya çıkışı
“temsili” olduğundan dili de temsilidir. Peygamber manaları önce “huzuri
bilim”le* gözlemlemiş, sonra o manalar temsili
sözlere ve cümlelere dönüşmüştür. Bu metni yaradan “husuli” elim olmuştur.
Sözler ve cümeleler vasitasıyla manalara ulaşan sade insanların dünyasının
tersine olarak Peygamber manalardan sözler ve cümleler üretmiştir. Molla
Sadranın görüşlerinin özeti bu şekildedir.
Molla
Sadranın nazariyesine göre, Peygamberin vücudunda oluşan ve Tanrı kelamı
adlanan olay insan dünyasında oluşan ve kelamın ortaya çıkışına neden olan
olaydan tamamen farklıdır. Peygamber vücudundakı oluşum tam olarak başka cinstendir.
Burada böyle bir varsayımda bulunalım ki, İslam felsefesi doğrultusunda ve bu
felsefi sistem dahilinde bu teorinin savunulması mümkündür. Ancak sorun bununla
bitmemektedir. Çox önemli bir soru bu teorinin karşısında baş kaldırmaktadır.
İnsan dünyasının özelliklerine benzemeyen “temsili” dil ve kelam olarak
nitelenen böyle bir dil ve kelam Peygamberin dinleyicileri tarafından nasıl anlaşılabilir?
Daha önceki makalelerde “manalı kelam” ve “genelleşen anlama” anlayışlarını
açıklamıştık. Biz “kelam” ve “kelamın anlaşılması” konusu ile ilgili
anlatdıklarımın ötesinde bir şeyler bilmemekteyiz. Sözleşmeli olarak dil içi
işareler ve remzlerin kullanımı ile toplumsal-tarihi yaşamın akışında ortaya çıkıp
manalanan olguya “anlaşılan kelam” diyoruz. Peygamber Kuran ayetlerini okuduğunda
Arap dili üzerine olan kendi bilgilerinden yararlanmamış, sadece ona verilmiş
olanları olduğu gibi dinleyicilerine ulaştırmışsa, dinleyici muhatıblar bu “Peygamber
vasıtasıyla okunmuş olanı” nasıl anlayabilmişler? Kuran metninde Arap dilinin
işareleri olarak kullanılmayan sözler ve cümleler başkaları tarafından nasıl anlaşılabilir?
“Zihinler arası” dünyada insanlar tarafından işare olarak kullanılan ve mana
oluşturan işareler ancak işare sayılabilir. Bunlar Kuran metni için geçerli
değilse, o zaman Kuranın sözleri ve cümleleri insan dilinin özellikleri gibi sayılmaz
ve mana oluşturmazlar. Bu durumda sade insanların konuşmasında olduğu gibi Kuran
metninin dili mana yaratamaz.
* Dini baxımdan elm iki bölüme ayrılmakda bu
siniflendirmede: 1- Huzuri elm. 2- Husuli elm. Huzuri elm şeyin kendisi
hakkında bilki sahibi olmasıdır. Burada vasitesiz idrak söz konusu olur.
İnsanın öz zehni ürünleri hakdakı bilkileri huzuri elm hesab olur. Husuli elm (hasil edilen elm) insanın kendi
zehnindeki doğuştan ketirdiyi elm değil, insanın şey hakkında zamanla elde
etdiyi bilkilerdir. Husuli elmde şeyin tesviri idrak vasitesi rolunu oynar.
Yeni zehn önce şeyin tesvirini elde eder sonra da huzuri elm vasitesi ile onu
özümser, özü ile birleştirer. Bu üzden husuli elm huzuri elm yoluyla elde
edilmiş olur. Özü hakda bilkisiz olan bir vücud başka şey hakkında da bilkili
olamaz. Her türlü husuli tanım huzuri tanımla sonuçlanır. Ancak divar, kağız,
daş kimi nesneler özleri hakkında bilki sahibi olmadığından husuli bilki de
elde edemezler. Huzuri elmi bilim yeteneyi” ve husuli elmi de “bilim biçimi”
anlayışları ile nitelemek mümkündür. Bilim yeteneyini insan doğuştan özü ile
ketirir. Bilim biçimi ise bilim yeteneyi aracılığı ile varlık üzerine
kazanılmış bilkiler olarak elde edilmiş olur. (Küntay).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder