11 Mart 2018 Pazar

Molla sadra


Şebüsteri:
Molla Sadranın Kuranı anlaşılmaz eden teorisi
       Daha önceki yazılarımda söyledim ki, sadece yaykın ve ünlü kelam teorileri değil, müslüman ariflerin vahiyle bağlı beyanları da Kuranı herkesin anlayabileceği asanlık durumundan uzaklaştırmıştır. “Herkesin anlayabileceği” konunu önceki yazılarımda anlatmış olsam da, bu konu üzerine bir daha dönmek isterim. Ancak tekrar söylemeliyim ki, burada filozofların ve ariflerin görüşlerini değerlendirmek fikrinde değilim. Bu makalelerin başka görevi var. Bu makalelerin görevi sadece kelami, felsefi ve irfani teorileri bu açıdan değerlendirmektir ki, bu teorilerin kabul edilmesi ile Kuranın herkes için ussal bakımdan anlaşılır olması mümkündür mü? Benim bildiğim kadarıyla İslam tarihinde, ilk kez olarak bu hakta sorular sorup, düşünceler ileri süren bu makalelerin yazarı olmuştur. Bu güne kadar vahiy olarak Kuranın kelami, felsefi ve irfani niteliği beyan edilmiştir. Bu, metafizik bir konu olmuştur. Ben şimdilik bu konu üzerine değinmeden bu soruyu sormak isterim: Kuran nasıl anlaşılabilir? Bu ise metafiziksel bir konu değil, bizim tecrübi dünyamızla ilintilidir. “Muhammedi vahiyin hakikatı nedir?” sorusunun cevapı “iman” gizleridir söylemiştim. Ancak “Kuranı nasıl anlamak olur?” sorusu ussal bir sorudur. Söz konusu vahyin sırrını anlamak değil. Kuranı nasıl anlamak mümkündür sorusuna cevap bulmaktır. Bu soru etrafında düşünmek, özellikle seçkinler için zevkli olmalıdır. Önümüzdeki açıklamalarımda çoğu fakihlerin tersine olarak neden bu konu üzerinde israrla durduğumu anlatacağım. Bu soruya cevap doğrultusunda son on yılda bütün çalışmalarımı “Kuranın hermenotiği” üzerine odaklandırmışım. Çağımızda Tanrı kelamının felsefi beyanı son şekli ile Molla Sadra´nın eserlerinde görülmektedir. Molla Sadra kendi eserlerinde bu konu üzerine açıklamalar getirmiştir. Dini merkezlerde öğretim görevlileri de genelde Molla Sadranın görüşlerinden yararlanmaktadırlar. Bu hakta Molla Sadra kendi görüşlerini değişik şekilde ortaya koymuştur. Bence Molla Sadranın bu hakta fars dilinde mevcut olan eserleri arapça olanlardan daha önemlidir. Burada ben Molla Sadranın teorisini bir bütün olarak incelemişim. Esasen de farsça eserlerinden yararlanarak tenkidimi yazmaya çalışmışım. Bu tenkidi yazımda Molla Sadranın Kuranı “herkes için anlaşılır” olma durumundan nasıl da uzaklaştırdığını izah edeceğim. Molla Sadranın açıklamaları Kuranı daha kolay anlamak yerine, anlama işlerini daha da çetinleştirmiş, hatta imkansız hale getirmiştir.
       Molla Sadraya göre, Peygamberin insani özellikleri, bilkileri, iradesi ve irfanı Kuran metninin şekillenmesinde etkili olmamıştır. Kuran metni sözler, cümleler ve mana olarak bir yerde Peygambere gönderilmiş ve ya bir melek getirmiştir. Peygamber de bu metni olduğu gibi başkalarına iletmiştir. Bu metnin ortaya çıkışı “temsili” olduğundan dili de temsilidir. Peygamber manaları önce “huzuri bilim”le* gözlemlemiş, sonra o manalar temsili sözlere ve cümlelere dönüşmüştür. Bu metni yaradan “husuli” elim olmuştur. Sözler ve cümeleler vasitasıyla manalara ulaşan sade insanların dünyasının tersine olarak Peygamber manalardan sözler ve cümleler üretmiştir. Molla Sadranın görüşlerinin özeti bu şekildedir.
       Molla Sadranın nazariyesine göre, Peygamberin vücudunda oluşan ve Tanrı kelamı adlanan olay insan dünyasında oluşan ve kelamın ortaya çıkışına neden olan olaydan tamamen farklıdır. Peygamber vücudundakı oluşum tam olarak başka cinstendir. Burada böyle bir varsayımda bulunalım ki, İslam felsefesi doğrultusunda ve bu felsefi sistem dahilinde bu teorinin savunulması mümkündür. Ancak sorun bununla bitmemektedir. Çox önemli bir soru bu teorinin karşısında baş kaldırmaktadır. İnsan dünyasının özelliklerine benzemeyen “temsili” dil ve kelam olarak nitelenen böyle bir dil ve kelam Peygamberin dinleyicileri tarafından nasıl anlaşılabilir? Daha önceki makalelerde “manalı kelam” ve “genelleşen anlama” anlayışlarını açıklamıştık. Biz “kelam” ve “kelamın anlaşılması” konusu ile ilgili anlatdıklarımın ötesinde bir şeyler bilmemekteyiz. Sözleşmeli olarak dil içi işareler ve remzlerin kullanımı ile toplumsal-tarihi yaşamın akışında ortaya çıkıp manalanan olguya “anlaşılan kelam” diyoruz. Peygamber Kuran ayetlerini okuduğunda Arap dili üzerine olan kendi bilgilerinden yararlanmamış, sadece ona verilmiş olanları olduğu gibi dinleyicilerine ulaştırmışsa, dinleyici muhatıblar bu “Peygamber vasıtasıyla okunmuş olanı” nasıl anlayabilmişler? Kuran metninde Arap dilinin işareleri olarak kullanılmayan sözler ve cümleler başkaları tarafından nasıl anlaşılabilir? “Zihinler arası” dünyada insanlar tarafından işare olarak kullanılan ve mana oluşturan işareler ancak işare sayılabilir. Bunlar Kuran metni için geçerli değilse, o zaman Kuranın sözleri ve cümleleri insan dilinin özellikleri gibi sayılmaz ve mana oluşturmazlar. Bu durumda sade insanların konuşmasında olduğu gibi Kuran metninin dili mana yaratamaz.


* Dini baxımdan elm iki bölüme ayrılmakda bu siniflendirmede: 1- Huzuri elm. 2- Husuli elm. Huzuri elm şeyin kendisi hakkında bilki sahibi olmasıdır. Burada vasitesiz idrak söz konusu olur. İnsanın öz zehni ürünleri hakdakı bilkileri huzuri elm hesab olur.  Husuli elm (hasil edilen elm) insanın kendi zehnindeki doğuştan ketirdiyi elm değil, insanın şey hakkında zamanla elde etdiyi bilkilerdir. Husuli elmde şeyin tesviri idrak vasitesi rolunu oynar. Yeni zehn önce şeyin tesvirini elde eder sonra da huzuri elm vasitesi ile onu özümser, özü ile birleştirer. Bu üzden husuli elm huzuri elm yoluyla elde edilmiş olur. Özü hakda bilkisiz olan bir vücud başka şey hakkında da bilkili olamaz. Her türlü husuli tanım huzuri tanımla sonuçlanır. Ancak divar, kağız, daş kimi nesneler özleri hakkında bilki sahibi olmadığından husuli bilki de elde edemezler. Huzuri elmi bilim yeteneyi” ve husuli elmi de “bilim biçimi” anlayışları ile nitelemek mümkündür. Bilim yeteneyini insan doğuştan özü ile ketirir. Bilim biçimi ise bilim yeteneyi aracılığı ile varlık üzerine kazanılmış bilkiler olarak elde edilmiş olur. (Küntay).